Otomobil almayı planlayan vatandaşlar için kötü haber geldi. Otomobil fiyatlarında yeni bir zam dalgası bekleniyor. Döviz kurundaki yükselişi ve enflasyonist baskılar, otomobil fiyatlarının daha da artmasına neden olabilir.

Son dönemde otomobil fiyatları zaten önemli ölçüde artmıştı. Bu artışta, küresel çip krizi, tedarik zinciri sorunları ve artan girdi maliyetleri etkili olmuştu. Şimdi ise döviz kurundaki yükseliş ve enflasyonun da eklenmesiyle otomobil fiyatlarının daha da yükselmesi bekleniyor.

Uzmanlar, döviz kurundaki artışın doğrudan otomobil fiyatlarını etkilediğini belirtiyor. Çünkü Türkiye'de satılan otomobillerin birçoğu ithal ediliyor. İthal edilen otomobillerin fiyatları, döviz kurundaki artışla birlikte yükseliyor. Ayrıca, Türkiye'de üretilen otomobillerin üretiminde kullanılan bazı parçalar da ithal ediliyor. Bu nedenle, döviz kurundaki artış, yerli otomobil fiyatlarını da etkiliyor.

Enflasyon da otomobil fiyatlarını artıran bir diğer önemli faktör. Enflasyon, genel fiyat seviyesindeki artış anlamına geliyor. Enflasyonun yükselmesiyle birlikte, otomobil üreticilerinin maliyetleri de artıyor. Artan maliyetler, otomobil fiyatlarına yansıtılıyor.

Otomobil almayı planlayan vatandaşların, bu zam dalgasından etkilenmemek için ellerini çabuk tutmaları gerekiyor. Uzmanlar, otomobil fiyatlarının önümüzdeki günlerde daha da artabileceğini belirtiyor.

Özetle:

• Otomobil fiyatlarına yeni zam bekleniyor.
• Döviz kuru ve enflasyon etkili.
• Almayı düşünenler acele etmeli.

Kayahan Uygur'un yazısında, İran solunun tarihsel serüveni ve bu serüvenden çıkarılabilecek dersler ele alınıyor. Yazar, İran solunun özellikle 1979 devrimi öncesi ve sonrasındaki deneyimlerinin, günümüz Türkiye'si için önemli çıkarımlar sunduğunu belirtiyor.

Yazıda vurgulanan önemli noktalardan biri, İran solunun Şah rejimine karşı mücadelede farklı fraksiyonlara bölünmüş olması ve bu durumun devrim sonrası süreçte de devam etmesidir. Bu bölünmeler, solun kendi içinde çatışmasına ve zayıflamasına neden olmuştur. Yazar, Türkiye solunun da benzer bölünmelerden kaçınması gerektiğini vurguluyor.

Bir diğer önemli nokta ise, İran solunun dini unsurları yeterince dikkate almaması ve bu nedenle halkın büyük bir kesimiyle bağ kuramamasıdır. Şah rejimine karşı muhalefetin yükseldiği dönemde, dini liderler ve camiler önemli bir rol oynamış, ancak sol bu potansiyeli değerlendirememiştir. Türkiye solunun da benzer bir hataya düşmemesi, toplumun değerlerini ve inançlarını dikkate alması gerektiği belirtiliyor.

Yazıda ayrıca, İran solunun devrim sonrası kurulan İslam Cumhuriyeti ile ilişkileri de ele alınıyor. Solun bir kısmı rejime destek verirken, bir kısmı muhalefette yer almış ve bu durum solun daha da parçalanmasına yol açmıştır. Yazar, Türkiye solunun da benzer bir durumda nasıl bir tutum sergilemesi gerektiği konusunda düşündürücü sorular soruyor.

Son olarak, yazıda İran solunun hatalarından ders çıkararak, daha kapsayıcı, toplumla daha yakın ilişkiler kuran ve kendi içindeki bölünmeleri aşan bir yaklaşım benimsemesi gerektiği vurgulanıyor. Bu derslerin, sadece Türkiye solu için değil, genel olarak sol hareketler için de önemli olduğu belirtiliyor.

Şanlıurfa ve Adıyaman'da meydana gelen şiddetli dolu yağışı, tarım arazilerinde ciddi hasara neden oldu. Meteoroloji'nin uyarılarının ardından başlayan ve etkisini artıran dolu, özellikle buğday, arpa ve mercimek ekili alanlarda büyük zarara yol açtı.

Şanlıurfa'nın Siverek ilçesi ve Adıyaman'ın çeşitli bölgelerinde etkili olan dolu yağışı, çiftçileri perişan etti. Dolu nedeniyle ürünlerin büyük bir bölümü kullanılamaz hale geldi. Çiftçiler, yetkililerden zarar tespit çalışması yapılmasını ve mağduriyetlerinin giderilmesini talep ediyor.

Siverek Ziraat Odası Başkanı yaptığı açıklamada, dolu yağışının bölgedeki tarım arazilerinde yüzde 70'e varan hasara yol açtığını belirtti. Başkan, çiftçilerin büyük bir geçim kaynağı olan bu ürünlerin zarar görmesiyle zor durumda kaldıklarını ifade etti. Ayrıca, benzer durumun Adıyaman'da da yaşandığı ve çiftçilerin perişan olduğu vurgulandı.

Dolu yağışının ardından tarlalarda incelemelerde bulunan çiftçiler, ürünlerinin durumunu gözlemledi. Birçok çiftçi, tüm emeklerinin boşa gittiğini ve gelecek sezon için endişeli olduklarını dile getirdi. Yetkililerden acil destek bekleyen çiftçiler, zararlarının karşılanmasını umut ediyor.

Hasar tespit çalışmalarının başlatılması ve çiftçilere yönelik destek paketlerinin açıklanması bekleniyor. Bölgedeki çiftçilerin mağduriyetinin giderilmesi için devletin gerekli adımları atması önem taşıyor.

Sencer ve Sema Şalbaş çifti, İstanbul’dan yelkenli tekneleri Şal ile dünya turuna çıkarak 7 yıl süren bir maceraya atıldı. Bu uzun yolculuk boyunca çift, farklı kültürleri keşfetti, çeşitli zorluklarla karşılaştı ve unutulmaz deneyimler yaşadı.

Yolculuk Nasıl Başladı?

Sencer ve Sema Şalbaş, uzun yıllar süren hayallerini gerçekleştirerek İstanbul'dan yola çıktı. Yelkenli Şal ile Akdeniz’i geçip Atlas Okyanusu’na açıldılar. Rotları üzerinde birçok ülke ve ada bulunuyordu. İkili, bu süreçte hem yelken becerilerini geliştirdi hem de farklı coğrafyalardaki yaşamları yakından tanıma fırsatı buldu.

Karşılaşılan Zorluklar

Deniz yolculuğu her zaman kolay olmamakla birlikte, Şalbaş çifti de çeşitli zorluklarla karşılaştı. Fırtınalar, teknik arızalar ve beklenmedik hava koşulları, yolculuklarını zaman zaman aksattı. Ancak çift, her zorluğun üstesinden gelerek yollarına devam etti.

Unutulmaz Anılar ve Deneyimler

7 yıl boyunca birçok farklı limana demir atan Şalbaş çifti, yerel halkla etkileşim kurdu, farklı mutfakları tattı ve çeşitli festivallere katıldı. Pasifik adalarındaki egzotik yaşam, Güney Amerika'nın renkli kültürü ve Afrika'nın vahşi doğası, çiftin unutulmaz anıları arasında yer aldı.

Yolculuğun Sonu ve Gelecek Planları

Yedi yılın sonunda İstanbul’a dönen Sencer ve Sema Şalbaş, bu uzun yolculukta edindikleri deneyimleri kitaplaştırmayı ve yelken tutkunlarına ilham vermeyi hedefliyor. Ayrıca, gelecekte yeni deniz maceralarına atılmayı planlıyorlar.

Venedik Lagünü'ne özgü bir lezzet olan Castraure enginarı, adını Sant'Erasmo adasındaki 'castraure' olarak bilinen ilk filizlerinden alıyor. Mor rengi ve benzersiz tadıyla öne çıkan bu enginar, Venedik mutfağının vazgeçilmezlerinden biri olarak kabul ediliyor.

Yetiştirme Süreci ve Özellikleri: Castraure enginarı, tuzlu suya dayanıklı yapısıyla bilinir. Sant'Erasmo adasının kumlu ve tuzlu toprakları, bu enginarın kendine has aromasını geliştirmesinde önemli bir rol oynar. Nisan ayının son haftalarında hasat edilen enginarlar, kısa sürede tüketilir veya işlenir.

Gastronomik Değeri: İnce yaprakları ve hafif tatlı tadıyla dikkat çeken Castraure enginarı, çiğ olarak salatalarda veya ızgarada pişirilerek tüketilebilir. Venedik restoranlarında sıklıkla karşılaşılan bu lezzet, risotto ve makarna gibi yemeklerde de kullanılır. Sınırlı sayıda üretilmesi ve yüksek talep görmesi, Castraure enginarını değerli ve nadir bir ürün haline getirir.

Ekonomik Önemi: Castraure enginarının üretimi, Sant'Erasmo adası ve çevresindeki çiftçiler için önemli bir gelir kaynağıdır. Ancak iklim değişikliği ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi faktörler, enginar üretimini tehdit etmektedir. Bu nedenle, sürdürülebilir tarım uygulamaları ve su kaynaklarının korunması, Castraure enginarının geleceği için büyük önem taşır.

Venedik'e yolu düşenlerin mutlaka tatması gereken bu özel lezzet, bölgenin kültürel ve gastronomik mirasının önemli bir parçasını oluşturur.

Katar Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Macid el-Ensari, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Katar'ın arabuluculuk çabalarına yönelik eleştirilerine sert bir yanıt verdi. Ensari, Netanyahu'nun sözlerini 'sorumsuz ve yıkıcı' olarak değerlendirdi ve bu tür açıklamaların siyasi ahlaktan yoksun olduğunu belirtti.

El-Ensari, Katar'ın Gazze'deki krizi çözme ve esir takası anlaşmasına varma çabalarını baltalamaya yönelik girişimlere karşı uyarıda bulundu. Katar'ın, taraflar arasında güven inşa etme ve diyalog kanallarını açık tutma konusundaki kararlılığını vurguladı. Ayrıca, Katar'ın arabuluculuk rolünü üstlenirken her zaman tarafsız ve objektif bir tutum sergilediğini ifade etti.

Netanyahu'nun Katar'a yönelik eleştirilerinin içeriği hakkında detaylı bilgi verilmezken, bu açıklamaların Katar-İsrail ilişkilerinde gerginliğe yol açtığı belirtiliyor. Katar, uzun süredir Gazze'deki insani yardımların koordinasyonunda ve Hamas ile İsrail arasındaki dolaylı görüşmelerde önemli bir rol oynuyor.

Katar'ın arabuluculuk çabalarının başarısı, bölgedeki istikrarın sağlanması ve daha fazla can kaybının önlenmesi açısından büyük önem taşıyor. Bu nedenle, Katar'a yönelik bu tür eleştirilerin, çözüm sürecini olumsuz etkileyebileceği endişesi taşınıyor.

El-Ensari, Katar'ın, bölgedeki barış ve istikrarın sağlanması için yapıcı rol oynamaya devam edeceğini ve tüm tarafları sorumlu davranmaya davet ettiğini sözlerine ekledi.

Türkiye'de ekonomik zorluklar devam ederken, özellikle AKP'nin yüksek oy oranına sahip olduğu illerde yoksulluğun arttığına dair veriler dikkat çekiyor. Sosyal yardımlardan faydalanan hane sayısının bu illerde yüz binleri aştığı belirtiliyor.

Konuyla ilgili haberlerde, bu durumun AKP'nin oy tabanında bir erozyona neden olup olmayacağı tartışılıyor. Özellikle ekonomik krizin derinleştiği dönemlerde, sosyal yardımlara olan ihtiyacın artması ve bu durumun seçmen davranışlarını nasıl etkileyeceği merak konusu.

Haberde, yoksullukla mücadele konusunda daha etkin politikaların geliştirilmesi gerektiği vurgulanıyor. Ayrıca, sosyal yardımların sadece bir çözüm olmadığı, kalıcı refah artışı için ekonomik kalkınmanın sağlanmasının önemi belirtiliyor.

Öne Çıkanlar:

• AKP'nin en çok oy aldığı illerde yoksulluk artıyor.
• Sosyal yardımlardan faydalanan hane sayısı yüz binleri aştı.
• Ekonomik krizin seçmen davranışları üzerindeki etkisi tartışılıyor.
• Kalıcı refah artışı için ekonomik kalkınmanın önemi vurgulanıyor.

Bu durum, Türkiye'deki sosyo-ekonomik dengesizliklerin ve bölgesel farklılıkların bir göstergesi olarak değerlendiriliyor. Yoksullukla mücadelede daha kapsamlı ve sürdürülebilir stratejilerin hayata geçirilmesi gerektiği belirtiliyor.

Steve Ludwin, yaklaşık 18 yıl boyunca düzenli olarak farklı yılan türlerinin zehrini kendine enjekte ederek bağışıklık geliştirdi. Bu sıra dışı ve riskli deney, hem bilim dünyasının hem de medyanın dikkatini çekiyor.

Ludwin, bu uygulamaya başlamadan önce yılanlara olan ilgisi ve zehirlerin potansiyel tıbbi faydaları üzerine araştırmalar yapıyordu. Kendi vücudunu bir laboratuvar gibi kullanarak, yılan zehrine karşı bağışıklık kazanmayı amaçladı. Zamanla, zehir dozlarını artırarak vücudunun tepkilerini gözlemledi.

Bu süreçte Ludwin, çeşitli zorluklarla karşılaştı. Zehir enjeksiyonları, şiddetli ağrı, şişlik ve diğer yan etkilere neden oldu. Ancak, Ludwin'in vücudu zamanla zehre karşı tolerans geliştirdi ve bağışıklık kazanmaya başladı.

Ludwin'in deneyleri, bilim insanlarının da ilgisini çekti. Newcastle Üniversitesi'nden bir ekip, Ludwin'in kan örneklerini inceleyerek, yılan zehrine karşı geliştirdiği antikorları tespit etti. Bu antikorların, yılan ısırıklarına karşı panzehir geliştirmede kullanılabileceği düşünülüyor.

Ludwin'in hikayesi, bağışıklık sisteminin adaptasyon yeteneğini ve zehirlerin potansiyel tıbbi kullanımlarını gözler önüne seriyor. Ancak, uzmanlar bu tür deneylerin son derece riskli olduğunu ve kesinlikle uzman gözetimi olmadan yapılmaması gerektiğini vurguluyor.

Steve Ludwin'in bu sıra dışı deneyimi, bilim dünyasında yılan zehirlerine karşı bağışıklık ve panzehir geliştirme çalışmalarına yeni bir perspektif sunuyor.

Prof. Dr. İlber Ortaylı, katıldığı bir televizyon programında Kaz Dağları'ndaki çevre sorunlarına değinerek bölgenin yağmalandığını ifade etti. Ortaylı, Kaz Dağları'nın doğal güzelliklerinin ve ekolojik dengesinin korunması gerektiğini vurguladı.

Ortaylı, Kaz Dağları'nda yapılan madencilik faaliyetlerine ve ağaç kesimlerine dikkat çekerek, bu tür uygulamaların bölgenin doğal yapısına zarar verdiğini söyledi. "Kaz Dağları yağmalanıyor. Bu duruma bir an önce son verilmesi gerekiyor," dedi.

Prof. Dr. Ortaylı ayrıca, çevre konusunda daha duyarlı olunması gerektiğini belirterek, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak için herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerektiğini ifade etti. "Çevre bilinci, eğitimle başlar ve toplumun her kesimine yayılmalıdır," şeklinde konuştu.

Kaz Dağları'ndaki çevre sorunları, son yıllarda kamuoyunun gündeminde önemli bir yer tutuyor. Bölgede yapılan madencilik faaliyetleri ve ağaç kesimleri, çevrecilerin ve sivil toplum kuruluşlarının tepkisine neden oluyor. Çevreciler, Kaz Dağları'nın doğal güzelliklerinin ve ekolojik dengesinin korunması için yetkililerden daha etkili önlemler alınmasını talep ediyor.

Kaz Dağları'nın önemi:

• Bölgenin zengin bitki örtüsü ve yaban hayatına ev sahipliği yapması
• Türkiye'nin önemli su kaynaklarından biri olması
• Doğal güzellikleriyle turizm potansiyeli taşıması

Prof. Dr. Ortaylı'nın açıklamaları, Kaz Dağları'ndaki çevre sorunlarına dikkat çekerek kamuoyunda farkındalık yaratmayı amaçlıyor.